28 Şubat 2013 Perşembe

Ellerini ellerinin içine aldığında, elin terlemiş olsa bile bırakmıyorsan; bu senin giderek çok fena aşık olduğunu gösterir. Filmlerde öyledir, o izlediğin dev ekrandaki diziler var ya, işte onlar da öyledir. Ayrıca mesela, sokakta göz göze dolaşan, bir zamanlar senin de öyle dolaştığın ama şuan imrenerek baktığın sevgililer var ya, işte onlar da öyledir.

Çok uğraştığın şey -artık- olmadığında, arkadaşına dönüp; “Yok artık bitti işte, olmuyor” bile dediğinde, içinden; “Bilmiyorum ama ben bekleyeceğim” diyorsan, yani kısaca vazgeçmiyorsan; bu senin giderek çok fena aşık olduğunu gösterir. Bu böyledir. Çünkü, vazgeçmeyince değil, vazgeçemeyince; hissettiklerinin önüne geçemezsin. Vazgeçememeye devam ederken, gözlerin onun sana yaptığı “kötü” şeylere karşı kapanır. Şey gibi, uykuya dalar gibi. “O bana kötü şeyler yapmaz” savunma cümlen, sanki seni hayatın boyunca mutlu edecekmiş gibi gelir. Sanki hep tatlı bir rüya gibi. Uyanabilirsin ama sanki biraz daha uyumak istiyormuşsun gibi. Bunlar böyledir. Adı üzerinde sen “Aşık”sındır, yaşadığın da aşktır. Kime göre, neye göre? Umursamazsın ki. “Bence o seni sevmiyor” cümlesi mi? Aldırmazsın. “Nasıl sevmez ya? Baksana nasıl öpüyor beni, baksana nasıl sarılıyor.” Ellerini bırakamazsın. “Dur biraz daha kal gitme” dersin. “Nereye gidiyor ki?”

Kim bilir, şuan kimlerin saçını öpüyordur di’ mi? Bilemezsin. Kim bilir, şuan sen bu yazıyı okurken, o kime karşı heyecanlanıyordur? Hiç bilemezsin.

Tıpkı, aşık olduğunu da sonradan, belki de çok sonradan farketmen gibi.

Tıpkı, aşık olduğunu da sonradan, belki de çok sonradan farkedip, şimdi vazgeçememen gibi.

27 Şubat 2013 Çarşamba

Susmayı öğreniyor bu Yürek.. Yine bir gece ve yine baş başayım kendimle, işte yine seni bulup kaybettiğim yerdeyim. İnsanın bir şeylere karar vermesi ne kadar zor; ya seni içime gömmeli ya da artık içimden söküp atmalıyım. Ama her ne olursa olsun susmalıyım. Hangisi daha zor, hangisi daha acı? Gerçekten gitmeli miydin, yoksa yanımda kalıp savaşmalı mıydın?... Bir yol arıyorum kendime, bulduğum tüm yollarsa sana çıkıyor… Kapanmalı artık gözlerim. Sonsuz bir karanlıkta tek başıma yürümeye devam etmeliyim uçsuz bucaksız yollarda... Yürümeliyim ardıma bile bakmadan, yürümeliyim parçalayarak uğrunda ölebileceğim değerleri ve sevgileri, yok ederek yaşadığım tüm zamanları... Nasılda acımasız zaman. Nasıl da yüceltmiştim seni gözümde. Tutup kendi ellerimle koymuştum en yükseğe, sonra keyifle izlemiştim yüceliğini. Ama yine ben bitirmeliyim. Tutup kollarından indirmeliyim olduğun yerden. Ya da seni ölene kadar yaşatmalıyım taş kalpli dediğin yüreğimde..... Ne kadar zor bir karar Hiç bu kadar zorlanmamıştı zonkluyan beynim...Bir yanım: "Bir daha kimse, hiç kimse onun kadar çok sevilmeyecek", derken, bir yanım sakin, sessiz... Zaman geçiyor, yüreğim acıyor. Kapanmıyor yaralarım...Tükenirken ben, aklımda bir tek sen varsın... Görüyor musun, yine konuşuyorum ama sessizce.... Susmayı öğreniyor yüreğim.. Ama ben kararımı verdim... Seninle olduğum zamanları düşünmek bile bana mutlulukların en büyüğünü yaşatıyor...Seni ne çok seviyormuşum...Söküp atamıyorum düşünlerimden.

26 Şubat 2013 Salı

Özlemeyi kendine yediremediğinde, insan yorulmaya başlar.

Mesela artık daha az şarkı dinler. Çünkü hatırlamak istemez. Daha büyük kahkahalar atar. Çünkü ağlamaktan korkar. Daha çok konuşur. Ama daha az güvenir. Daha çok yalan söyler. Arkadaşlarına yalan söyler, ailesine yalan söyler, hiç tanımadığı ve ilk defa konuştuğu insanlara yalan söyler ve en kötüsü de, kendine yalan söyler. “Özlemiyorum” der, “Sevmiyorum ki” der. Ama daha fazla özlemeye başlar. “Unuttum” der ama daha fazla hatırlamaya başlar. Yalan söylemek, özlemeyi durdurmaya yaramazki. Gülümser. Etrafına gülümser, ailesine gülümser, sokakta annesinin elini bırakmasından korktuğu küçük kız çocuğuna gülümser, elindeki hasta çocukla para bekleyen dilenciye gülümser. Gülümser ama insan özlediğini her ne olursa olsun, ne kadar gizlemeye çalışırsa çalışsın, gece başını yastığa koyduğun anda hatırlar. Sabah olur, hayatına devam eder. Tek bir şey bekler, özlendiğini biraz olsun hissetmek. Ama bunu belki hisseder, belki hissetmez. Sonucu ne olursa olsun hayat devam eder.

Sonra, bir an gelir. O an, insan içinde tuttuklarını ağlayarak dışarıya atmaya başlar. Bazıları ağlamaz. Bazıları dalga geçer. İnsanların duygularıyla dalga geçmek gibi. Ama her insan ağlar. Birileri bunu söyler, birileri yazar, birileri ise bunu asla söylemez ve gizler. Ağlarken bazıları kendinden nefret eder. Bazıları onu ağlatan kişiden.

Ve herkes sevebilir, herkes öpebilir, herkes koklayabilir, herkes dokunabilir ve herkes özleyebilir. Ama hiç kimse özlediğini kolay kolay söyleyemez. Hatta hiç kimse, şuan bu satırları okurken aklına gelen kişiyi özlediğini bile kendine yediremez. Ama özler.

Hemde çok özler.

25 Şubat 2013 Pazartesi

aybetmek keske cocukken oynadigim oyunlardaki kadar basit olsaydi. Sadece aglasaydim ve gecseydi. Simdi oyunlar daha acimasiz ve ben her oyunda kaybediyorum. Bi tiyatro sahnesindeyim ve hic mutlu sonla bitmiyor benim oyunlarim ben tek kisilik bi hayati oynuyorum.kimine gore kotu kadinim kimine gore sahtekar ama aslinda tek bi gercek var ben yanlizim. Girdigim hayat kurdugum hayal hep bi baskasinin hayati baskasinin hayali. Bi adim geriden geliyorum hep.ya ben yetisemiyorum umutlarima yada baskalari acele ediyor hayati yakalamada. Canim yaniyo hatda vucudumdaki butun organlarim her bir parcam ayri ayri agriyo. Simdi vazgeciyorum sahnemde bi oyuncuya yer yok artik. baska sahnelerde de hartcamiycam kendimi. Cok gec kaldim kazanmak icin cok gec kaldim. Simdi canıma can katacak CANı buldum ama gec kaldim. O baskasinin kalbine can olmus . tarih yine bastan yasandi ve ben yine kaybetdim. ucundan kıyısından mutlu oldum oldugumu sandim ve anladimki benim payima dusen baskasindan arta kalanmis.kAlbim bi CAN icin atarken her dakikam yanlizliga umutsuzluga surukluyor beni Kaybedenler size sesleniyorum umut yok artik bundan sonra bir daha kaybetmenin ihtimali bile yok o yuzden oyun yine tek kisiyle bitti. Simdi perdeleri kapatma vakti...
Yalnızlık akıp giden ve sizi bir sona ulaştırmasını bekleyerek akmasını istediğiniz zaman içinde kapana kısılmaktır. Tekliktir ve çoğalamamaktır. Çoğalmaya çalıştıkca daha yalnızlaşmaktır. Kendi kendine yetemeyiş, yetilen noktanın sonuna gelindiği andır. Sessizliğe seni dinlemesi için yalvarmaktan sıkılıp, seyirciye ihtiyaç duymaktır, seyirciyi bulduğunda dahada yalnızlaşmaktır. Eskisi gibi baş rolde en iyi performansını sergilemek için, altın bilmem ne verebilecek vasıfta insanlardan koleksiyon yapamamaktır. Tribünlere oynamamanın ödülü ya da hayatın size verdiği kırmızı karttır.

Yalnızlıkla beraber olamazsınız, yalnız olduğunuzda, aslında toplamınız 1 etmez, yalnızlık bütüne ulaşamamak, 0 ile 1 arasında kalındığında her daim 0 ı seçmek zorunda kalmaktır. O da kaybolmaz zaten, herşeyi yapabilirim, ve hiçbirseyi yapamam dersiniz.

Yalnızlık yalın olmaktan gelir. Yalın olmaktan gelse de kökü, uğultulu bir keşmekeş içinde kalabalıktan söz eder yalnızlıkta kaybolanlar. Takılan maskelerden, yalanlardan bahsederler; kendileri farklıymış gibi! Olmak istediği gibi görünmeye odaklanmış bir hayatı yaşarken, olduğu gibi görünmenin acizlik olduğunu yadsıyor gibi yaparak edebiyat kırıntılarıyla gururlarını korumaya, zaten acıyan yanlarına hava yastığı koymaya çalışırlar. Aslında ya reddedilmişlerdir ya da reddetmişlerdir.

Yalnızlık hırpalanmaktır ya da pamuklara sarmalayan huzurdur. Ya diken gibi batar ya da tam aksine kuş tüyünden yatak gibi rahatlık verir insana. Hepsi seçimle ilgilidir özünde; yalnızlık seçildiğinde sonradan kor ama yalnızlık kişiyi seçtiyse tekme ilk adımdan inmiştir zaten, gerisi nafiledir.

Kalkanları indirip, benliğini ortaya saçıp şeffaflaşan insanın üstüne basmak ne kadar kolaydır. Zayıf yönlerini o göz önüne sermiş ya zaten, aramayla vakit kaybetme. Onu yalnızlaştırmak için kalbini sadece bir kez ve derinden kırmak yeterli, ikinciye gerek yok; artık ölmüştür. Ne güzel! Hem kolay, hem pratik ve etkili çözüm; tek seansta yalnızlaş/tır/ma! Vur kaç… nakavt! Yalnızlık ömür boyu işte bu yüzden. En yakınlarına bile mesafeli, korunaklı olmazsan depresyonun dibinin dibinde can çekişen balık olursun. Yetmez aldığın oksijen. Yalnızlık da sana serenat yapar tüm kasvetiyle, içer içer açılamazsın, sarhoşta olamazsın. Yazarsın, ağlarsın. Ucu bucağı olmayan, çok sevdiğin mavisini bile göremediğin denizler üzerinde uçuşa geçersin en sonunda, bir daha da toprağa değmez ayakların…

Ve bunlara neden olan sadece sihirli bir değnektir. Azıcık da cesaretle yarı saydam aynalara bakan baktıkça kaybolan ablak yüzün nasıl da değişiverir. İçini doldurur boş bakışların aşk, güven, inanç. Umut titreyen elleri güçlendirir, terleyen ellerini kurutur. Akan göz yaşlarını siler. Yüreğinin bam teline basan o yalnızlık var ya, kaçıp gideceğine o kadar inanırsın o kadar bütün hissedersinki yalnızlık kaçar gider gözyaşlarıyla kuş misali. Silkelenmek insana iyi gelir… tırnaklarınla yapışırsın hayata, arada tırnakların kırılsada bırakmazsın. Ve birden başa döner hikaye. Sihirli değnek şeytanın sopası olur, üstelik eskisinden daha büyük şekilde. Gecelerı sarıldığınız 2. yastığınızla ayaklarınızın yere değmediği suğuk ve ıssız denizinizde öylece uçarsınız. Herşeyden vazgeçecek kadar inansanda, ne çabuk unuttun, Mazhar baba söylemişti sana yalnızlık ömür boyu! Sen unuttuysanda, inanmak istememişsende gördüğün tatlı rüyalardan uyandırıldın.
Hayata gözlerini açarken hiçbir şey bilmiyorsun.
Sonra; konuşmayı, emeklemeyi, yürümeyi, aldatmayı, aldatmamak gerektiğini, insanların arkasından konuşmayı, konuşmamak gerektiğini, öpüşmeyi, yanlış insanlarla öpüşmemenin gerektiğini, sevişmeyi, sevmeyi öğreniyorsun. Bazen sevmemek gerektiğini. Nefreti öğreniyorsun sonra da.
Aşkı görüyorsun ilk önce annenle babanda. “Göremediğinde” filmler izliyorsun. Akrabalarına gidiyorsun. Göremezsen, kıskanıyorsun. Görmeye çalışıyorsun.
Annenle baban kavga ettiğinde babana “baba gitme” demeyi öğreniyorsun. Merak ediyorsun hep, nereye gittiğini, kim uğruna, neden gittiğini. Her insana giderken soruyorsun zaten. Onlara soramadığında kendine soruyorsun; “neden gitti?” diye. Hiç bırakmayacağına inandıkların birer birer gidiyor sonra. “Nedensizce”, hepsinden nefret ediyorsun.
Ardından yatağına yatıyorsun ve ağlıyorsun. Hayatı küçük yaşta “öğrenmeye çalışıyorsun”, yalnız olduğunu anlıyorsun. Bazen en iyi arkadaşının göz yaşlarının aktığı yastık olduğuna inanıyorsun. Ama onada kızıyorsun. Başkalarının görmesi için onun ıslandığını zannediyorsun, lanet ediyorsun.
Annen ya da baban geliyor yanına sonra, ya da kardeşin. “Ağlama lütfen, güçlü ol” diye sana sarılıyor. Göz yaşlarının biraz daha dinmesi için sıkı sıkı sarılıyorlar. “Geçeceğini” söylüyorlar. Bırakıyorlar. Geçmiyor sonra, kendine sarılıyorsun. Yine geçmiyor, o anlık diniyor. Unutmaya çalışıyorsun.
Hayatı merak ediyorsun. Hiç gitmeyecek olan insanların nerde olduğunu merak ediyorsun. Hiç aldatmayan, hiç yalan söylemeyen, hiç insanların arkasından konuşmayan insanların nerde olduğunu merak ediyorsun. Ya da var olup olmadıklarını düşünüyorsun.
Seneler sonra her insanın gideceğine inandırıyorsun kendini. Ona göre yaşarken sonra birine güveniyorsun. Gözlerini kapayıp elini ona veriyorsun. Sakladığın cümleyi bir anda hiç ummadığın şekilde kuruyorsun. “Beni bırakma” diyorsun. Unutmaya çalıştığın her insanın her hareketi tekrar hatırlatıyor kendini sonra. Her insan da aslında unutmaya çalıştığın insanları görüyorsun.
Ve o da gidiyor. Hala hayatı öğrenmeye çalışıyorsun. Hala merak ediyorsun.

Gün bitiyor. Gece gözlerini kaparken çok şey biliyorsun.
Susuyorsun ve yastığa kızıyorsun.
Böyle bir sona hazırlamamıştım kendimi. Gideceğini hiç kabullenmemiştim. Öyle öğretmiştin çünkü. “Seni bırakmayacağım söz sevgilim” diyen birine “hayır yalan söylüyorsun gideceksin” de dememiş değildim aslında ama kendi dediğime bile inanmamıştım, bitmez sanmıştım. Yalandan öyle demiştim aslında, “hayır gitmeyeceğim” demeni bir kaç kez daha duymak için. Belki de ben sadece salaktım, saftım, aptaldım. Ama sen de şerefsizdin görmezden gelemezsin. Ben çok aşıktım ama sen de seni sevdiğim kadar sevmemiştin işte. Saklamana gerek yok, çıkarabilirsin yerlerinden hislerini. Gizlenecek ne kaldı ki? Korkacak, kaybedecek ne var ki elinde? Özlemeyi kaybedersin belki. Özlemeyi özlersin aklına gelirsem. Belkilerle hiçbir yere gelemiyor insan bunu çok iyi anladım. “Belki özlüyordur”, “belki seviyordur”, “belki hiç özlemiyordur”, “belki hiç düşünmüyordur”, hepsi sanki teker teker ağzıma sıçıyormuş gibi olsa da sonunda boş yere umut sağlamamayı öğretiyorlar bana. Giderken bile birşeyler öğretiyorsun anlayacağın. Hep kendime kızıyorum, seni annemin ve babamın yerine koymuştum. Tam elinden tutarken, tam “hiç gitmeyeceğine inandığımda” bırakmamalıydın. Ben sana sıkı sıkı sarılırken “gitmeliyim artık bitmeli” dememeliydin. Çok şey miydi istediklerim bilmiyorum, biraz daha çok sevseydin beni, biraz daha annem ya da babam olsaydın, biraz daha benle kalsaydın, biraz daha yalan söyleseydin, biraz daha kokunu içime çekebilseydim. Çoktu değil mi, zordu, biliyorum. Boşver.
Seni özlemeyi özleyeceğim aklıma gelmezdi. Hayat insana neler yaşatıyormuş demekki. Çok değiştim sanırım. Bunu kendimde fark edebiliyorum. Örneğin artık gerizekalı gibi her atılan mesajı sen sanmıyorum. Açıkçası senin mesajını da beklemiyorum. Atma zaten “yanlış”tı sana göre. “Çok geç”ti diyordun her şey için. Ve şimdi nasılsın diye sorsan, “mutluyum” demek için çok erken ama “mutsuzum” da diyemem, anlayacağın o günler de çok geride kaldı. Karşımdaki daha da çok uzatmasın diye “iyiyim ya yok birşey” diyordum, içim kan ağlaya ağlaya. Ama şimdi o cümleyi tamamen gerçek anlamıyla kullanıyorum. Eğer merak ediyorsan, -ki buna çok ihtimal vermiyorum- başkalarına tutunmaya başladığımdan beri, geride bıraktıklarım yavaş yavaş siliniyor aklımdan. Anılar siliniyor. Gittiğimiz, bulunduğumuz, öpüştüğümüz, sarıldığımız, bana kızdığın mekanları bile ezbere bilirken hepsinin üstünden başka anılarla geçiyorum artık, geçmeye devam da edicem. Üstünden geçtikçe seni karalıyormuş gibi hissediyorum. Ve açıkçası bir gün silineceğine eminim. Yaptığın, yazdığın hiçbir şeye bakmıyorum. Merak da etmiyorum. Görmezsen acıtmaz, buna inanıyorum. Asla da görmem umarım. Artık sabah uyandığım anda adın gelmiyor aklıma. Başka şeyler geliyor, sanırım artık sana değil, başkalarına açıyorum gözlerimi. Başkalarına uyanıyorum.
Sana bunu diyeceğim aklıma gelmezdi ama iyi ki de gitmişsin.
İyi ki de yoksun.
Bu yazı hala seninle ilgili olabilir ama ilk defa yazarken eskisi gibi hissetmiyorum, seni özlemiyorum, seni istemiyorum, seni beklemiyorum.
Duymak istiyorsan; seni unutuyorum. Bunu istememiş miydin zaten? “Bensiz daha mutlu olucaksın” demiştin. Haklıymışsın.
Ama bana sorarsan, seni unutmaya başladığım için bile bazen üzülüyorum.
Gitmesi için bir sebep olmasına gerek yoktu.

Gerekmiyordu da zaten. Bahaneleri dinledikçe gitme demeyecek miydin, hala niye merak ediyorsun? Boşversene. Seni zaten nedenini anlatacak kadar bile önemsemiyordu. Gitmek istiyordu işte anlaman çok mu zor? Kurcaladıkça daha da çok ağlayacaksın. Devam edeyim mi? Sıkılmıştı. Başkaları çok cazip gelmişti. Sen başkaları değildin. Onlar senden daha güzeldi, daha iyiydi, daha eğlenceliydi. Sen nasıl olsa onun elinin altındaydın. Kolaydın, basittin. Hiç kimse olmazsa, salak gibi onun yanında olacak ilk kişi sen olacaktın. O ağlarsa; onu arar, ya da olduğu yere gider, sarılır, ağlamamasını söylerdin. Ağlamaması için canını bile verebilirdin. Ama sen şimdi ağlıyorsun, yanında mı? Cevaplasana. O kadar kör olmuştun ki, yanında olursan seni sevecek sanmıştın. Sen ona aşık oldukça onun senden uzaklaştığını göremiyordun. Görmeye çalışsaydın keşke. Sen onu sevmedikçe o sana aşık olacaktı belki de. Onunlayken biliyordun ama unutuyordun kuralları. Niye gitti biliyor musun? Çünkü eğer O buluşmak isterse kalbin deliler gibi atacaktı. Onu gördüğünde ellerin terleyecekti belki. Ne yapacağını şaşıracaktın. Kafanda konuşacak bir sürü şey planlamışken onun yanındayken unutacaktın. Yüzüne bakmaya korkacaktın bazen. Çirkin olup olmadığını düşünecektin. Sana sarıldığında Dünya’nın durmasını dileyecektin Tanrı’dan. Öptüğünde sonsuz olmasını isteyecektin. Sana “bu bizim şarkımız olsun” derse o şarkıyı başa sarıp milyonlarca kez dinleyecektin, sözlerini inceleyecektin. O sadece herhangi bir yerde duyarsa hatırlayacaktı, o da belki. Sonra sen yalandan dışarda olduğunu söylersen kızıp kızmayacağını merak edecektin. Onunla ilgili her şeyde heyecanlanacaktın. Bu yüzden seni sevmiyordu anlasana. Bu yüzden seni kolayca terk etti. Şimdi, arkadaşların unutman gerektiğini söyledikçe sen hatırlamak istiyorsun değil mi? Bazıları da döner diye umutlandırıyordur seni. Salak gibi bekliyorsun. Tek mesajına Dünya’ları vereceğin bir gerizekalıyı bekliyorsun. Ama O tek mesajıyla Dünya’ları ona verecek birini sevmiyor. O onu sevmeyen birini istiyor. Ya da onun gibi birşeyler işte. Hala merak ediyor musun? Anla işte, kısaca; sebep olmasına gerek yok. Gitmek istedi, gitti. Geriye neler bıraktığını düşünmüyor O, duygularını düşünmüyor, seni düşünmüyor.

Heyecanlanmanı, sevgini, aşkını, elinin terlemesini ya da soğumasını hak edecek birilerine doğru yürümeyi dene, belki mutlu olursun. Ve sebep olmadan giderlerse bundan sonra, şaşırmassın.
Adını tam olarak koyamadığım bir noktadayım. Ayrılık, bitiş, son, kapanış.. İnan, bilmiyorum. “Bitti”, “ayrıldık” kelimelerini ikimize yakıştıramıyorum. Söyleyemiyorum. Belki de söylemek istemediğimdendir. Bu bahsettiğim öyle bir nokta ki boşluk desen boşluk değil, kalp kırgınlığı desen o da değil. Sanırım “bittiğini kabullenememek”. Heh evet, anladım şimdi; bittiğini kabullenememek. Bu cümle çok oturdu. Hani nasıl hissettiğimi merak ediyorsan bahsedeyim; sanki sen tamamen ölmüşsün gibi. Sanki hiçbir dua seni getirmeyecekmiş gibi. Sanki bir daha hiç yanına gelmeyecekmişim gibi. Sanki bir daha hiç sana dokunamayacakmışım gibi. Sanki bir daha hiçbir sorunumu, derdimi, mutluluğumu senle paylaşamayacakmışım gibi. En sevdiğim oyuncağım gibi.. Başkalarıyla paylaşmayı göze alamadığım oyuncağım gibi.

İnsanların neler düşündüğünü merak ederdinya bazen, söyleyeyim; “geçecek”, “ondan başkası mı yok”, “daha iyileri var”, “iyi oldu seni haketmiyordu zaten”, “bunun için mi ayrıldı?”, “seni sevmiyordu bence” gibi şeyler. Sonuncusu çok parçalara ayırmıştı beni. Dağılmıştım anlayacağın. Son cümleden sonra söyleyenin yüzüne de bakamadım, bundan sonra sana da bakamam sanırım. “O mu anlayacak bizi, onlar bilmiyorki” diyeceksin, konuşacaksın, beni kandıracaksın belki. Eğer kendi kararlarınla yaşasaydın, dediklerine inanırdım. Ama hiçbir zaman kalbinin derinlerine inip bizi hissetmemiştinki, nerden bileceksin? Bilemezsin.

“Seni daha fazla üzmek istemiyorum”

Vay be. Yazılması ne kadar kolay, dile getirmesi ne kadar basit. Nasıl olsa biraz zaman geçer, sen üzülürsün birazcık. Bir ay, bilemediğin iki haftaya da acını iyileştirmeye çalışan bir orospu çocuğu gelir ve seni sevdiğini söyler. Sen de inanırsın. Benim belki milyonlarca kez kurduğum cümleye inanmayıp, başkasının tek diyişinde ona inanmak istersin. Adını aşk koyarsın sonra da.

“Bensiz daha mutlu olacaksın”

Klasik cümlen. Çok iyi biliyorsun zaten sensiz nasıl günler geçirdiğimi. Bu yazıyı yazarken neler hissettiğimi o kadar iyi biliyorsun ki, bu yüzden gidiyorsun. Haklısın. Gittin ve emin ol, çok mutluyum, evet.

Yazınca rahatlamaya çalışırım sanmıştım. Ama bu senle ilgili son yazım, son sözlerim sanırım. İnsan bir zaman sonra ne kadar konuşursa konuşsun, ne kadar yazarsa yazsın, ne kadar sarılırsa sarılsın, eskisi gibi hissetmiyor.

Kendini kutlamalısın. Senden nefret etmeye başlıyorum.
Ayrılık, bitiş, son, kapanış demiştimya, bu da son perdeydi işte.
Kendini alkışlayabilirsin.
Bundan sonra nolacağını çok mu merak ediyorsun?

Onun “bitti” dediği anları sürekli hatırlayacaksın. Hatta unutamayacaksın. Zaman zaman ilk öpüştüğünüz anlar gelecek aklına. Sonra son öpüştüğünüz an. Ona utanarak ilk sarılışın gelecek aklına. Sonra korkarak son sarılışın. Her gece dua edeceksin sırf yeniden seni sevmesi için. İnsanlara bazen “umarım mutlu olur” diyeceksin. Ama lütfen, yalan söylemene hiç gerek yok. Çok iyi biliyorsun sensiz mutlu olursa bu canını yakacak. Lütfen kendine söyle, o eğer başkasını öperse hiç ağlamayacak mısın? Onu görünce yolunu değiştirmeyecek misin? Sırf “hissetmekten korktuğun için” ondan kaçmayacak mısın? Kaçacaksın. Sonra arkadaşların gelecek, unutturmaya çalışan arkadaşların olacak. Bazen işe yarayacaklar, kafan dağılacak. Ama söylesene, eve döndüğünde tek bir kişiyi aramayacak mısın? Ailen dışında tek bir kişinin kızmasını beklemeyecek misin? Başkaları mesaj atacak, umursamayacaksın. Diziler izleyeceksin, kitaplar okuyacaksın, filmler eskiteceksin. İzlediğin ya da okuduğun kitaplarda sırf en iyi o anlar diye saçma sapan şeyleri ona anlatmak istemeyecek misin hiç? Anlatmayacaksın, gururun konuşacak. Arkadaşlarından nefret edeceksin. Hepsi “arama, konuşma” diyecek. Kızacaksın. Pişman olacaksın sırf içinde kalan cümleler için ağlayacaksın. Onu başkasıyla paylaşma düşüncesi canını yakmaya yeter hale gelecek. Yastıkları yumruklayacaksın. Her şey, herkes anlamsızlaşacak. Dünya’nın en yakışıklı çocuğu ya da en güzel kızı da gelse, onu isteyeceksin. Hepsi çirkin gelecek, hepsinde kusur bulacaksın.

Ağlayacaksın ve şöyle diyeceksin kendi kendine, tıpkı şuan yaptığım gibi;

“Ama, gerçekten, o beni bırakmayacağını söylemişti. Beni bırakacak son insan olacağını söylemişti.”

Şimdi sen okuyorsun belki bilmiyorum ama sen çok salaksın. Bende salağım.

Ben seni çok sevdim. Pardon, aşık oldum.

Sense en zor anlarda seni seviyorum diyemeyecek kadar acizdin. Ya da sırf gitmemem için milyonlarca şans veremeyecek kadar aptaldın.

Ve ben hiçbir zaman bir salağa aşık olmaktan vazgeçmedim.

Hep sana doğru yürüdüm, hep sana koştum.

Şimdi anlıyorum, sen hiç bana gelmemişsin.
Birini çok sevince hep gidiyor mu? Merak ediyorum da. Çünkü kimi çok seversem, kimden hiç vazgeçmemekten vazgeçmediysem, gidiyor. Kimi öpsem, kime sarılsam, kimle konuşsam, hemen sonu geliyor. Halbuki daha çok var zannetmiştim. Sanırım ben birini çok sevince, onlar beni sevmiyor. Mesela O gitti. Düşünüyorum da bir daha ben onu öpemeyecek miyim artık? Gerçekten, ona doğru yürürken yüzümde tebessüm olmayacak mı? Ya da bir daha hiç ona doğru yürümeyecek miyim? Hiç ona doğru koşmayacak mıyım artık? Bir daha hiç günaydın mesajı atmayacak mı? Hayır ya atıcak diyorum sonra. Hatta birsürü şey yazmış olacak. Hepsini gülerek okuycam. Seni seviyorum aşkım günaydın diyerek cevaplıycam hepsini. Ama biliyorum cevaplamam gereken bir mesaj olmayacak. Sadece kendimi kandırıyorum, biliyorum. Bazı şeyleri görmüyorum, görmek istemediğim için. Unutursun diyorlar. Başkası olur diyorlar. Biri gider diğeri gelir diyorlar. Ama o biri hiç gitmesin istemiştim ben, çok mu zordu? Lütfen ya. Yanında biraz daha uyumak, bir kaç kere daha öpmek, biraz daha sıkı sıkı sarılmak? Sanırım bazı şeyler elimin altındayken gidince, bir zaman sonra imkansızlaşıyor. Ama söyler misin, nolurdu yanına gelseydim, yine aynı parfümü sıksaydın ve bir kaç şeyini daha bana verseydin, saklasaydım. Bir kaç şeyin daha bende kalsaydı. Olmaz mıydı? Biraz daha yalan söyleseydin, yüzlerce defa daha seni seviyorum deseydin, binlerce seni hiçbir zaman bırakmayacağım deseydin, inansaydım, ve böyle olmasaydı. Nolurdu ki? Çok mu şey istedim?

Sanırım senin gitmeni gerektirecek çok şey istemişim.
Sen gittikten sonra çok şey oldu. Mesela gelen birçok mesajı sen sanıp sevindim. Senden olmadığını görünce ağladım. Birsürü şarkıyı eskittim. Hepsini dinlerken “artık yeter” dedim. Ama sıkılmadım hiç. Beni ağlatan, seni düşünmemi sağlayan şarkılardan nasıl sıkılırdım ki?

Dışarı çıktım. Arkadaşlarımla gezip dolaştım. Bir süre seni unuttum, unuttuğumu sandım. Evin anahtarını anahtarlığa koyduğumda yalnız olduğumu hissettim. Anlayacağın özgürlük bile bir yerden sonra sıkıyor. İnsan ait olmak istiyor.

Birsürü film, birsürü saçma sapan “bunu mu izleyen var mıdır?” diye düşündüğüm dizileri izledim. Karakterlere seni koydum. Adam hep kadına aşıktı. Kadında adama. Kadın hiç bilmiyordu.. Ve bir türlü kavuşamıyorlardı. Keşke sana anlatma fırsatım olsaydı.

Aileme seni anlattım, psikologa gittim, arkadaşlarıma saatlerce seni anlattım. Sıkıldılar. Başka şeyleri kendime dert etmeye çalıştım. Hep “acaba o bu konuda bana nasıl yardım ederdi” diye düşündüm durdum. Hep seni bekledim aslında, senin konuşmanı istedim.

Kendimi kötü hissettiğim her anda seni yanımda düşündüm. Kendi kendime, senle konuştum. İçimde olduğunu düşündüm, beni dinlediğini hayal ettim. Dua ettim.

Ve sen;

Hiç konuşmadın. Hep sustun. Susman bile canımı yakıyor. Çünkü seni başkasının yanında görme ihtimali bile gözlerimin dolmasına yetiyor. Ve korktuklarım hep başıma geliyor. İnsan en çok da “hayır o bana yapmaz” dediklerinden korkmalıymış bunu anladım.

Şimdi bazen yolda karşıma çıkan birilerinin bazı hareketleri sana benziyor. Sanırım seni taklit ediyorlar, inadıma. Ama yanılıyorlar. Hiçbiri sen gibi sarılamıyor. Konuşamıyor. Sahiplenemiyor. Öpmüyor. Dokunmuyor.

Keşke bu yazdıklarımı sen bana söyleseydin. Emin olabilirsin; gitmezdim.

Keşke bana ihtiyacın olsaydı.
Keşke beni hiç hayatımdan gitmeyecekmiş gibi, hiç aldatmayacakmış gibi, hiç göz yaşı dökmeme izin vermeyecekmiş gibi seven biri olsa. Üşüdüğümde ısıtmaya çalışacak biri de olabilir. Ya da sabah erken kalkmam için geç yatmama kızacak biri. Dışarıda çok kaldığımda eve gitmemi isteyip beni azarlayacak biri. Ne bileyim, benden başkasını asla göremeyecek biri. Görse bile “sadece arkadaşı” dediğimde cümlenin tam anlamını bana hissettirebilen biri..Başkalarıyla olabilir, gülebilir, konuşabilir, dokunabilir. Ama hep aklının bir köşesinde oluyim mesela. Başkalarına anlatırken benim anlattığıyla ilgiliği ne düşünebileceğimi tartsın mesela.

Ben sınavımdan kötü not aldığımda bana kızsın. Beni azarlasın. Ağzıma sıçsın. Yeri geldiğinde annem, yeri geldiğimde babam da olabilir. Gözünde küçük gözükebilirim. Gurursuz olabilirim. Ama bu “zaten beni naparsam yapayım sevecek” gibi salak salak düşünmesini sağlamasın. Sonra ben kötü olduğumda hemen beni arasın. Ben açmıyayım telefonu. Ama o, hep arasın. Sonra mesaj atsın. “Aç” desin. Sonra telefonu açayım ve saatlerce anlatıyim, asla sıkılmasın.

Sabahları 12629 tane mesaj atsın. Ondan geç uyandığımda bana “neden bu kadar geç uyanıyosun ya” diye kızsın. Şımartsın. Sonra bende ona kızayım “neden bu kadar erken uyanıyorsun” diye.

Saçmaladım biliyorum. Sadece birazını yapabilir insanlar.

Severler, öperler, sarılırlar, sevişirler.

Sonra da hiçbir şey olmamış gibi davranırlar.

Giderler.

Öyle.
Görmüyor musun?

Ölsen umrumda olmaz artık diyorum kendi kendime. Buna inanmaya çalışıyorum. Çünkü yanımda değilsin. Benden başkasının yanında olup hayatımın içine sıçacağına ölmeni istiyorum bazen.

Sonra da başkasıyla ol, dokun, öpüş, seviş diyorum. Gerçekten, gidebilirsin aslında. Senin için doğru olan benim unutmam gerektiğiydi sonuçta. Tamam, hadi, umrumda değilsin. Ama haberin olsun; geceleri ara ara ağlayabilirim. Duymazsın ama hissedebilirsin belki. Kızma. Hala kimle ne konuştuğunu gizlice insanlara sorabilirim. Kıskandığımdan değil saçmalama. Hala seni takip edebilirim. Hala başkalarında seni arayabilirim. Seni sevdiğimden değil, hatırlamak istediğimden sadece. Bazen izlediğim dizilerde veya filmlerde gördüğüm kahramanları senin yerine koyabilirim. Sonra bazı günler sıkıldığımda dinlediğim şarkıların aynısını senin dinleyip dinlemediğini merak edebilirim. Moralimin içine sıçılmış olduğu bir günde kendi kendime seni yanımda hayal edip seninle konuşabilirim. Sınavlarımdan düşük not aldığımda senin kızacağını umup, bir dahaki sınavda çok iyi not alacağımın sözünü sana verebilirim.

Hala seni sevebilirim.

Ve sen hiçbirini bilmezsin. Gittiğini zannedersin, bittiğini zannedersin.

Hiç bilmezsin ki; yokluğunun hala yanımda, yatağımda, telefonumda, giysilerimde, tenimde olduğunu. Ne yani, yoksa görmüyor musun?
Bir an

Uzun zaman olmuştu. Çoktandır görmüyordum. Özlemiştim. Sana söylememiştim. Zaten sana değil kendime yediremiyordum ben. Çünkü olmamalıydı, ben seni özlememeliydim. Seni görmemeliydim. Çünkü yine gözünde düşüp bir anda her şeyi unutup seni öperken her şeyi unutacaktım. Unutmamalıydım.

Konuşmalarımızı okumamalı, resimlerimize bakıp ağlamamalıydım. Beraberken giydiğim giysilerin hepsini çıkarıp seni kokladıktan sonra anneme asla yıkamaması gerektiğini söylememeliydim.

Ama yapamadım. Sana hep “iyiyim” dedim. İnanmadın. İnanma zaten, yalandı. Belki sen de biliyordun, neyse.

İlk gördüğümde sana sıkıca sarılıp hiç bırakmamak geldi içimden. Yapamadım. Yavaşça yürüdüm yanına. Koşamadım.. çünkü koşmamalıydım. Bana göre doğru olan oydu. İşte orda gururum hareket etti, aslında ben değildim. Hep bu gurur yüzünden zaten, bana kızma sevgilim. Yanına yaklaştığımda beklemediğim hareketi yaptın, sarıldın. Şaşırmıştım. Ellerin boynumda, benim ellerimse belindeydi. Özlemiştim. Yine yavaşça boynuna doğru yasladım başımı ve özlediğim kokuyu, gecelerce ağlayarak hatırlamaya çalıştığım kokunu aldım. Değiştin demiştim. Ama her şeyin aynıydı sadece biraz daha güzeldin.

Sesin kulaklarımda, kokun burnumda, ellerim vücudundaydı. Daha güzelini yaşamamıştım. Ne öpüşmek, ne sevişmek. Belki de hayatım boyunca bu anda böyle kalabilirdim. Ta ki bir anda birbirimizi bırakıp oturmasaydık eğer
Bitti

İçim çok acıyor.

Tarif edilemez bir acı bu. Kalbimi düşün, evet atışını duyduğun ve neden bu kadar hızlı attığını merak ettiğin yer, işte orası ve etrafı. Çok acıyor. Aslında tam anlamıyla acıyor mu demeliyim yoksa sıkışıyor mu, bilmiyorum. Ama gerçekten tarif edilemez bir şey. Edemedim de zaten, neyse.

Neden böyle oluyor, en çok sen biliyorsun. Ne zaman hızlı attığını en iyi de sen bilirsin. Bilmiyorum ama şuan bunu yazarken senle konuşuyor gibi hissediyorum. Özür dilerim. Ağlıyorum. Ağlamamı istemezdin kızardın hep. Kızma bu kez gerçekten rahatladığım için ağlıyorum. Üzüldüğüm için değil.

Keşke eskileri özlemek bu kadar acıtmasa, bu kadar yakmasa, etkisi günlerce, haftalarca, aylarca ve belki de sürecek mi bilmiyorum ama yıllarca sürmese. Düşünüyorum da “bitti” dediğimizde bitseydi her şey, gerçekten çok güzel olurdu. Bu kadar uzamazdı. Bu kadar yakmazdı. Ben bu kadar özlemezdim. Kokunu hala üstümde kaldığı giysilerden çıkarıp koklamazdım. Bıraktığın şeylerde sırf elin deydi diye düşünüp kendime eziyet çektirmezdim. Hala her izlediğim şeyde, her duyduğum şey de “o da severdi” demezdim. Niye bu kadar uzuyor bilmiyorum. Son mesajında “zamanla geçer merak etme iyi geceler” demişsin. Kendine uyguladığın şeyleri herkes yapacak değil. Ama haklısın, her şeyi yapabilirsin artık, özgürsün. Bilmiyorum mutlu musun ama tek istediğim şey; senin bana söylediklerini sen onlara, benim sana söylediklerimi onlar sana, söylemesin nolur. Bize saklı şeyler de kalsın. Lütfen.

Sen, eğer hala aynı sensen eğer, bu kadar acıtmak istemezdin.
Hiç gitmeyeceğine inandığım insanlar hep ilk gidenler oluyor. Tesadüf mü, rastlantı mı, kötü şans mı dersin bilmiyorum ama ben “hayal kırıklığı” diye tanımlıyorum. Çünkü sonuçta hep “hayır o gitmez”, “o aldatmaz”, “o asla benim kötülüğümü düşünmez” dediklerim ellerimi sıkı sıkı tuttuktan sonra bir anda sanki elim soğuduğunda ısınmak için başka birine gidiyormuş gibi geliyor. Onlar sanki ısıtacakmış gibi.. Sen onlar gibi olmazsın sanmıştım hep. Elimi ısıtırsın sanmıştım. Birazcık daha tutsaydın ısınacaktı halbuki. Nolurdu sanki? Biraz daha kalsaydın nolurdu? Biraz daha benle dalga geçseydin nolurdu sanki? Zor muydu? “Hayır aslında” diyorsun içinden biliyorum. Şimdi farkına vardım da, sen gittikten sonra dışarı çıkasım gelmiyor. “Eve ne zaman gidiceksin” deyip beni azarlayacak biri olmadığı için. Hele başkalarıyla buluşmak hiç gelmiyor içimden. “Neden onlarla buluşuyorsun da benle buluşmuyorsun?” diyecek bir sen olmadığı için. Sanırım aptalım. Hep inadına yapmışım birşeyleri. Sen yokken bazen ben dışardayken etrafımda bir sürü insan oluyor. Birbirlerine sarılan, birbirini öpen bir sürü insan. Bense yanlarından geçerken sadece onların yerine ikimizi koyarak gülümsüyorum ve “ne kadar şirinler” deyip geçiyorum. Kimse duymuyor. Sen de duymuyorsun. Biliyor musun, çok zor geliyor; yerine başkalarını koymaya çalışmak. Bunu yazmak bile içimi ürpertiyor. Tenini ezbere bildiğim birini, “yok bişey” dediğinde birçok şeyin olduğunu bildiğim birini, parfümünü her yerde tanıyabileceğim birini silip yerine başka bir yabancıyı yerleştirmek. Ne biliyim. Hiç bana göre değil. Bu arada keşke giderken bazı şarkıları da yanında alsaydın hiç fena olmazdı biliyor musun? Unutmamam için verdiğin bir sürü eşyanı da. Onlara bakmak, dinlemek, hatırlamak, koklamak, hepsi çok zor, çok ağır.
Ve şuan, hala ellerim soğuk olabilir. Ama donmadım daha.
Keşke ısıtsan.
Bugün ikimiz beraberken giydiğim bir kaç giysiyi kokladım. Senden başka her şey kokuyor sanırım. Hatalıyım. Biraz daha seninle olmalıydım. Bir kaç kere daha giymeliydim bazılarını. Sana biraz daha sıkı sıkı sarılıp, biraz daha seni içime çekmeliydim. Sarılmalıydım, bir daha gelmeyecektin çünkü. Koklamalıydım, 6 milyar kişide bulamayacaktım tenini.

Sarılmalıydım, koklamalıydım, öpmeliydim, konuşmalıydım. Ama gitmemeliydin.

Bugün etrafımdaki benden nefret edenleri düşündüm. Sonra aklıma sen geldin. Herkesin nefretine yetecek biri aşık-tı bana. İçimden O, herkese yeter dedim. Ardından korktuğum soruyu sordum, kendimde beklemiyordumya zaten. “Aşık mıydın?” Ürperdim, bir anda üşüdüm sanki. Soğuk da değildi aslında.

Hatırladım, giderken sen de “senden nefret ediyorum” demiştin. Sen de “herkes“tin. Görememiştim.

Hep hiç gitmeyecekmiş gibi hayatımda kalacağına inandığım insanlara aşık oldum. Herkese onları savundum. “Hayır çirkin değil burda öyle çıkmış”, “hayır öyle değil”, “hayır o aldatmaz”, “saçmalama lütfen o gitmez”. Ne ? Gitmez mi?

Hepsinin elleri bana ait zannederdim. Vücutları bir tek benim için yürür zannederdim. Gözleri sadece beni görür, dudakları yalnız beni öper, kolları sadece bana sarılır. Çünkü hep sevgiye muhtaçtım. Sanırım hep de öyle kalıcam. Hep başkalarına sarılırken bulucam kendimi. Hep seni ararken bulucam yazıcaktım, pardon.

Şimdi istediğin kadar sigara içebilirsin. İstediğin kadar başkalarıyla öpüşebilirsin. İstediğin saate kadar dışarda kalabilirsin. Kızmıyorum, kızamam.

Ama umarım; huzurla uyuyamazsın.
Bazen sırf karşındaki senden çok daha mutlu olsun diye ona her şeyini verirsin. En çok da kendini. Kimseye göstermediğin özelliklerini, huylarını. Vücudunu bile. Kimsenin bilmediği erişemediği yerler artık onun olmuştur. Sonunda anlarsın sen, insan mutlu edeni değil aslında karşısındaki onu üzdüğünde ona aşık olurmuş. Yeni yeni öğrenirsin.

Sonra bir sabah olur. O gün içerisinde ayrılırsın. Halbuki o sabah yine sıradanmış gibi başlamıştır. Günaydın mesajıyla uyanmışsındır. İyi geceler mesajıyla uykuya dalmışsındır. Hatta o “uyudun mu ya” bile demiştir belki de. Böyle iğrençtir işte. Hiç bilemezsin ki, yarının neler getireceğini. Tahmin edemezsin, saatlerin neleri yok edeceğini. Zamanın neyi elinden aldığını hep elinde tutunacak bir şey olmadığında; yani kaybedince anlarsın zaten. Sonra başka bir sabah olur, özlersin. Mesaj beklersin. Hiç gelmeyeceğini bildiğin halde, beklersin, beklersin, beklersin. Hep boşunadır, sen de bilirsin. Ama nefret ettiğin bu Dünya sana bir sürü umut sağlar. O değil, umudu sana zaman verir. Ama sen hep senin hayatını mahvedende suçu ararsın. O giderken bile umut bağlamıştır aslında. “Geri döner mi?” diye. Sonra başka bir sabah olur, alışmaya çalışmalıyım dersin. Dışarı çıkarsın. Başkalarının gözlerinde onun gözlerini görürsün. Başkalarının konuştuğu cümleleri dinleyip “o da böyle derdi” dersin. Kızarsın kendine. O benim burda olmamı istemezdi dersin, kendi kendine. Ama ne kızan biri vardır, ne seni arayıp eve gitmeni isteyen. Yine gelip ağzına sıçmasını dilersin. Ama gelmez. Sen de başka gözlere dalarsın. Dalıp gidersin öylece. Sonra başka bir sabah olur. İzlediğin filmdeki bir hareket, dinlediğin bir şarkı sırf aklına onu getirdiği için ağlarsın. Rahatlamaya çalışırsın. Gözyaşlarını silen biri kalmadığında rahatlamadığını hatta aksine daha da boğulduğunu anlarsın. Sonra başka bir sabah olur. Onun adını bir köşelerde yazdığın defterler, unutamadığın tarihler, saat dilimleri, telefonundaki eski arama kayıtları, videolar, konuşmalar “tam da unuttum” dediğinde önüne çıkar. Hatırlarsın. Suçluyu bulamazsın. Çözemezsin. Çünkü yokluğunda onu hatırlayan sensin. Hatırlatan o değil, silmeyen hep sensin. Karalayan belki o, ama silmeyip yeniden yazmaya çalışan hep sensin. Kuralları hep unutursun. Sonra başka bir sabah olur. Ve onu başkasının yanında olduğunu görür, duyar veya işitirsin. Dışarı çıkamazsın, eskilere bakamazsın, başkalarının gözlerinde onu göremezsin. Aynaya bakarsın, gözlerin dolar, bu sefer gözünün içinde onu görürsün. Silemezsin, karalayamazsın. Sadece bakarsın. Her şeyini verdiğin için artık sen; onun elinin altındayken, sen kaybolduğunu anlarsın. Sonra başka bir sabah olur. O başkasını öper, sen resimlerini öpersin. O başkasıyla konuşur, sen eski konuşmalarını okursun. O başkasına “bu bizim şarkımız olsun” der, sen onu hatırlatan her şarkıyı dinlersin. O başkasına sarılır, sende yokluğuna sarılır, uyursun.

“Anlat” demiştin. Anlatabildim mi?
Bana aşık ol

Sen bu dünyadaki en dengesiz insansın.

Tam 1 saat önce beni öpüyordun. Tam 1 saat önce benle konuşuyordun. Gitmememi istiyordun. İğrenç bir insansın. Evet. Bildiğin iğrençsin. Senden nefret ediyorum. Ama seni hala seviyorum. Hala mesaj atabilirsin. Hala beni yanına çağırabilirsin. Mesajına hemen cevap vereceğimi ya da belki yanına koşa koşa geleceğimi bildiğinden, ne mesaj atıyorsun ne de yanına çağırıyorsun artık.

Belki güvenmem gereken son kişisin. Belki sesini duymam gereken son kişisin. Ama hala tam bir salak gibi en çok sana güveniyor, tam bir aptal gibi en çok senin sesine muhtaç kalıyorum.

Bana yine “nerdesin sen”, “kimlesin!” deyip kızmanı istiyorum. Ağzıma sıçmanı istiyorum. Yine senin dediklerini yapmayıp senden özür dilemek istiyorum. Senin affını istiyorum bazen. Çünkü ben senin “tamam affediyorum ama bir daha yapmak yok” demene bile aşığım. Kurduğun her cümleye, gözlerinin her hareketine, sıktığın her parfüme. Bilmiyorsun ki. Sıktığın her parfümü başkasının üzerinde kokladığımda gözlerimin dolduğunu bilmiyorsun. Sen seni çok sevdiğimi, çok özlediğimi, senin her hareketini adım gibi aklımda tuttuğumu bilmiyorsun mesela.

Kendimi en çok; “eve gitsene artık”, “ilaçlarını aldın mı”, “nolur üstüne bişey giymeden çıkma” diyen biri olmadığında yalnız hissediyorum. Yine ailemin izin verdiği şeylere sen izin vermeyince senin dediğini yapmak istiyorum. Sanırım artık özgürüm. Aslında özgür olmak istememiştim ki. Senin olmak istemiştim, gözüm kapalıyken senin olmak.

Özleyeceğim çok şey olduğuna adım gibi eminim. Mesela elimle oynamanı, parmaklarım hakkında konuşmanı çok özleyeceğim. Anlattığın o izlediğin filmlerdeki kahramanları bile özleyeceğim. Telefonumu vermeyince sinirlenmeni de.

Keşke “bana aşık ol” diyebilseydim. Beni çok sev diyebilseydim. Belki bir dilek hakkım olsaydı bana aşık olmanı dilerdim. Ya da sadece, benim seni ne kadar çok sevdiğimi anlamanı.

Ne bir dilek hakkım, ne de bir mucizem, ne de bir son şansım var.

O kadar şeyden sonra “sen” ya da “ben” yine aynı olabiliriz. Öpüşebiliriz, sarılabiliriz, sevişebiliriz.

Ama bu, “biz”i kaybettikten sonra hiçbir şeye yaramaz.

Keşke bana aşık ol demeseydin.

Keşke yıldızlara bakarak dilek dilemeseydin ve dileğin gerçek olmasaydı.

Sanırım bu yüzden; seni değil en çok “bizi” özlüyorum.
Neden yok?

Bazı insanlar gittikten sonra herkesi ona benzetmeye çalışıyorum. Sanırım sadece çalışıyorum. Çünkü hiçbir zaman ne kimse O oluyor, ne de O kimse oluyor. Hep özel kalıyor. Çok özel.

Bazen herkes gibi olmasını istiyorum. Sıradan ve hiç olmasını. Ama olmuyor. Ne o “hiç” olacak kadar çıkabiliyor hayatımdan, ne de ben hiçliği ona yakıştırabiliyorum.

Aslında ona da kızmıyorum. Rüyalarıma her gece girmesinde onun bir suçu yok. Ya da her şarkıda oturup ağlamamda onun kesinlikle bir suçu yok. Ama sonra ağlarken ya da herhangi bir zaman aklıma geldiğinde tek bir soru soruyorum “neden yok?”

İçim acıyor. Belki size de oluyordur. Böyle parçalara ayrılıyormuş gibi oluyorum. Görebiliyorum, dokunabiliyorum ama artık hissedemiyorum. Hissizleşiyorum. Sanki bütün vücudum yumruk yemiş gibi.

Hepsini geçtim. Ben ona “herkes”i yakıştıramıyorken o çoktan “eski”yi bana yakıştırmış bile.

Bir suçu yok demiştim.

Ama bir yerlerde bir şeylerde onun çok suçu var.

Çok.

O bunu biliyor.

Bildiği gibi de gidiyor.

“Neden yok?”
Artık baya bir zaman oldu gidişinden.

Sen saymıyorsundur. Umursamıyorsundur belki de. Zaten Dünya umrunda olmazdı. Ama ölsem üzülürdün belki di mi? Çünkü sen ölsen, en çok ben üzülürdüm. Bilmezsin sen. İnanmassın şimdi de. Seni en çok ben sevdim. Sen hissetmesen de. Bilmiyorum gerçi. Belki de hissettin. Ne biliyim. O kadar uzun anlatmadın ki.

Ama sen şimdi başkalarıyla olduğunda nasıl içim böyle acıyorsa, sen de yaşayacaksın aynısını. Cezasını ben değil, ama başkaları verecek sana eminim. Bu böyle. Etme bulma dünyası, sen de bilirdin. Bile bile neden yaparsın bilmiyorum. Korkmuyor musun gerçekten söylesene. İçin acımıyor mu, böyle kalbin sıkışmıyor mu hiç ?

Çok konuşurdun. Çok kızardın. Çok çabuk sinirlenirdin. Çok şirinsiniz derlerdi. Bilmezlerdi içimizi. Bilemezlerdi de zaten. Seviyor musun derlerdi. Kimse bilmezdi kalbimi, derinliklerini. Ne kadar içten sevdiğimi, ne kadar sonsuz. Sen de bilmezdin ki. Göstermezdim. Hissettirmezdim.

Tamam, belki senden daha iyisini bulabilirim. Ama düşünüyorum da, kim beni senin gibi dinler, kim senin cümlelerinin aynısını kurabilir, kim senin gibi tavsiyelerde bulunur. Kimin umrunda olur ki. Senden daha iyisini bulabilirim mi demiştim? Yanlış yazmışım.

Bulamam. Belki iyi öpüşürler onlar, ama senin gibi dokunamazlar. Belki gerçekten senden daha çok severler ama senin yaptığın şakaları yapıp öyle içten güldüremezler. Öyle içten içe öldürmezler.

Durup dururken senin yaptığın gibi dokunmazlarki suratıma. Bakmazlar senin baktığın gibi dudaklarıma. Öpmeden önce ellemezler suratımı. Kimse öpmez ki senin gibi burnumu. Kimse senin gibi bilmezki en çok hangi sayıyı sevdiğimi, kaç tane çocuk istediğimi, hangi rengi sevdiğimi, nefret ettiğim dersleri, nelere güldüğümü, nelere ağladığımı. Tek umudum; belki diğerleri senin kadar yanlış yapmaz. Bile bile.

Özleyeceğim çok şey var.

Kaybettiğim çok şey de.

Geri gelmeyeceğini bildiğim çok şey var.

Asla yerine koyamayacağım çok şey de.
”Seni asla birakmam”

Sen gittin ama

Kokunun üstüme sinmiş olan giysilerim, bana bilmeden bıraktığın hatıraların, bilmeden bıraktığın izlerin hepsi benimle kaldı. Her şeyi götüremezdin zaten. Ağır gelirdi. Sen gittiğinden beri çok şey değişti diyemem. Fotoğraflarına bakıp ağladığım da oldu. Sinirlenerek sildiğim birçok izin de oldu. Kendimi gerçekten boşluğun içinde hissettiğim de oldu, ”boşver” deyip gülmeye çalıştığım da. Aslında bunları bile senin bana yaşattığını düşününce sana minnettar olduğumu bile düşünüyorum. Bilirsin aslında yüz yüze doğru düzgün konuşamam senle, doğru düzgün söyleyemem içimden geçenleri. Bak mesela, gittiğinden beri, bu hiç değişmedi. Şimdi gelsen yine konuşalım desen, susarım. Nedenini de bilmiyorum. Belki yüzüne söyleyecek, bağıracak, ağlayacak bir cesaretim yok. O kadar derin bir sevgi ki bu, inan bana, bazen ben bile konuşamıyorum kendimle. Anlatamıyorum. Belki de kelimelere dökemiyorum. Hep başkalarına soruyorum cevabının sende olduğunu bildiğim soruları. Kimse senin gibi cevap veremiyor. Bazı şeyler de cevapsız kalıyor. Aslına bakarsan soru da değiller.

Şimdi sen gittin ama

Ben

Sadece, çok özledim. İşte bu kadar.