28 Ekim 2012 Pazar

Bunun zayıflıkla bir ilgisi olduğunu düşünmüyorum. Hissettiklerimin,şarkılardaki titiz seçiciliğimin... Hatırlarsın bir de mavi marka kazağım vardı. Doğum günümde giymiştim aramız iyiydi, yakasında ellerin gezmişti yanağın değmişti vatkasına. Hah işte hayatım boyunca o kazağı giymek için özenli olmaya söz vereceğimi söylemek istiyorum şimdi. Biliyorsun bir çok konuda sana söz verdim uzun zamandır tutuyorum onları ve kendimi. Hatta yıkaması için anneme götürürdüm yıpranmaz yeminlerimi. Ama konuşunca annem işte o zaman ayrı. Çok bahsediyor senden. Üzüyor beni. O ara biraz rengi soluyor mavimin. Çok soruyor. Çok değil de yeri geldiğinde; birinin çocuğu olduğunda birinin düğünü olduğunda birine bir şey olduğunda seni soruyor. Yani seni hala benimleymişsin gibi düşünüyor. "Az önce konuştuk biz de yeni bir koltuk takımı beğenmiş" demeyi çok isterdim. Kışın kayağa gideceğimizden veya bir bahar gecesinde doğacak bir çocuktan bahsetmeyi de. Ben
bu gece bunları düşünerek uyuyacağım seni bilemem. Açıkçası bilmek de istemiyorum. Şu an ne yaptığını. Ama sesin çok iyi geldi bugün. Bir yere kadar. Bir yerden sonra değiştin. Bunu tek başına nasıl anlatabildiğimi düşünüyor musun için. Hiç bir şeyin içine seni dahil etmeden anlatabildiğimi. Düşünsene seni anlatabildiğimi aslında. Her şeyinle. Bilmiyorum belki anlatmazdım, kıskanırdım seni ama boğazım bu kadar düğümlenmezdi. Biradan olmasını umardım ama bu yumruğu yutamıyorum. Bir yerden sonra değiştin işte sen de. Dediğimi anladın. Konuştuklarım iyi gelsin isterdim sana destek olmak için aradım.Sofrada adım değil de benim çorba da tuzum olsun istedim. Seni özlediğimi söylemek istedim aslında. Bu kötüydü biliyorsun -bu konuşma- iyi niyetli bir intihardı. Ama sesin çok iyi geldi önce. Bir yere kadar. Bir yerden sonra değiştin. Sonra susmaya başladık bu iyi değil biliyorsun. Bir telefon konuşmasında yapılacak en kötü şeyi yaptık. Sesinin çatallaşmasını sevmiyorum. Üzülüyor gibi yapmadığını düşünüyorum. Üzülüyorsun biliyorum buna da üzülüyorum. Artık farklı şarkılarda öpüşeceğiz. Ben buna da çok üzülüyorum. Çok üzülüyorum,  Hayatımda dürüst olmam gereken tek bir an da hata yapmış bir adamım ben. Benim için dua etme ben senin için yeterince bağırdım avuç açtığına. Çok ağladım, diyetini, bedelini, hesabını kapattım tanrıyla. Mutlu olman için elimden gelenin fazlasını yaptım. Bunlar sana son satırlarım demeyi çok isterim. Çok isterdim. Çok... Son bir defa seni görebilmiş olmayı. Son bir defa daha sesini duyabilmeyi. Ömrümün sonuna kadar sana veda etmeyi. Ömrümün sonuna kadar. Bu et bu ruhu taşımayı bırakana kadar. Seni affetmiş olmayı çok isterdim ama ben affetmeyi öğretemedim kendime. Seni seviyor ve özlüyorum...
Hoşça kal sevgilim, iç sızım, yüreğimdeki kabuk, koynumdaki cehennemim... Gitmelisin, çünkü sen kaptan değilsin. Gemi batıyor, hadi kurtar kendini. Giderken bir el yalnızlık sık alnımın ortasına, öldür beni...

22 Ekim 2012 Pazartesi

''Evlilik''

ilk beş yılını tamamlamak üzere olduğum serüvenim.

legalleştirilmiş cinsel hayat, kurumsallaştırılmış statüsel imgelenme* gibi tamlamalardan sıyrıldığında, evlilik tam olarak kaotik tabanlı şenlik yazılımı. aynı sahnede dönüşümlü olarak trajedi, komedi, dramın oynandığı, perdenin kapanmadığı oyun temsili.


birini tanımak ya da artık evlenmiş olmak; sonrasını keskin bir monotonluğa bırakan, tek plana sabitlenmiş bir film karesi değil. varmanın değil yolda olmanın önemli olduğu bir yolculuk hali. bazen bir günün diğerine benzemez, bir halin diğeriyle çakışmaz. her zaman çok huzurlu, dengeli ve çok mutlu olman* gerekmiyor. trendy koltuklarında ve karaca yemek takımlarıyla sürekli yemekli misafir ağırlayıp steril hayat gösterimi yaptığın bir altın günü hali hiç değil.

dip dibe dolaşıp da "biz olalım-her adımı birlikte atalım" diye bunaldığım bir yer değil, ikimizden birisi yalnız kalmak istediğinde kimsenin çekelenmediği, baba evinden en sevdiğim yalnızlığımı da valizime koyup getirdiğim bir yer.

bazen kapıların çarpıldığı, bazen hiç konuşmadan anlaşıldığı; sessizliğinde boğulduğun ya da bazen onu mutsuzluğunda boğduğun zamanların olduğu; yüzlerce yıllık kalelerde, bir ortaçağ şehrinin taş merdivenlerinde öpüşürken evrenin susarak kutsadığı, kaybolduğunda ona tutunarak kendini bulduğun bir yol, sıçramalı süreksizlik hali.

dün* birlikteliğimizin sekizinci yıldönümüydü, mutfakta bira yaparak kutladık. ben kazanda malt özütü, şerbetçiotunu karıştırırken o da hortum, huni ve şişelerden bir düzenek hazırlıyordu. durup bize baktım; evlilik albümünün eşsiz fotoğraflarından birisiydi, diğerlerinin yanına ekledim.

tıpkı diğerleri gibi eşsizdi; annemi yoğun bakım odasının kapısında beklerken elimi hiç bırakmadığı fotoğraf gibi, bir mezarın çukuruna yarı beline kadar girip babannesini gömerken gördüğüm gibi, evin bir duvarını tamamen kaplayan ikea kitaplığını saatlerce birlikte oturup monte ettiğimiz gün gibi, karnımdaki bebeğimizi kaybettiğimde elini hiç karnımdan çekmeden uyuyakaldığı gece gibi, birlikte rakı sofraları kurup sonra çok sarhoş olup klozete eğilmiş kusarken kafamı sımsıkı tuttuğu an gibi.

her geçen gün o albüme yeni fotoğraflar ekleyip duruyorum. emin olduğum tek şey; hayatımın geri kalanında sabah uyandığımda ilk bu adamın yüzünü görmek istiyorum.

15 Ekim 2012 Pazartesi

Anladım ki bizim son bir şansımız daha yok...Ihtimalleri tükenmiş kaçınılmaz bir sonun son demlerini yaşıyoruz. Sevmişiz, üzülecekmişiz, yıpranacağız kimin umrunda...Keşke senden nefret edebilseydim, umursamayabilseydim, kolayca sırtımı dönebilseydim sana... Gidebilseydim senden...Ben üzülerek uzaklaştım senden, kırılarak çıktım yüreğinden... Aşkla, sevgiyle alıştım yokluğuna...Aşk nasıl üzebilirdi ki bir insanı bu kadar?
Biz seninle öyle bir koptuk ki; yeniden bağlanalım desek, canımız daha çok yanar...
ben seni severim sevmesine de toplum buna hazır değil
nükleer denemeler kyoto sözleşmesi küresel ısınma falan.
belki sen çok küçüksün belki benim ruhum ölü
biraz nietzsche biraz kant kafan karışmış belki
parlıamanet'i de bozdular tutunacak dalımız mı kaldı?
pavyonda tanıdığım bilge bir pezevenk vardı!
kötü kitaplar okumak kötü yaşamak gibidir derdi.
iyi kitaplar okudum bir boka yaramadı..

ben seni severim aslında da düzenim bozulur diye korkuyorum
durduk yere başımıza saçma sapan bir aşk çıkar
sinemaya gitmeye ele ele tutuşmaya falan kalkarız
işin yoksa çiçek al,saç tara, parfüm sık.
küsmesi,barışması,ayılması,bayılması
hatta eninde sonunda kaçınılmaz ayrılması
meyhanede tanıdığım gerzek bir filozof vardı!
güzel kadınlar insanın ömrünü uzatır derdi.
bir sürü güzel kadın girdi hayatıma
hepsi ağzıma sıçtı..

ben seni severim belki de rabbim buna hazır değil.
her şeyin güzelini sever o ideal birliktelikler ister
seninle benim yan yana oturacağımız çekyata
ne ilahi adalet sığar ne de diyalektik..
içime çöreklenmiş sığ bir sığır var benim.
ben seni severim sevmesine de
iş çıkarmasana şimdi ne gerek var güzelim..

Ali Lidar

12 Ekim 2012 Cuma

unutmuştum seni. inan bana, gerçekten hiç aklıma gelmiyordun artık. yemin ederim iyiydim ben, hiç düşünmüyordum seninle ilgili hiçbir şeyi. bende herkes gibi "hayat her şeye rağmen güzel" deyip, en azından kendimi bu yalana inandırıp toparlanmaya çalıştım. hayal kurmayı bıraktım, seni hatırlatacak hiçbir objeyle göz göze gelmemeye çalıştım, uzaklaştım hepsinden. sigarayı azalttım, kendimi kötü hissettirecek diye bazı şarkıları dinlemedim, geceleri uyku hapları alıp, gündüzler
erkenden uyanıp insanların arasına karışıp, oyalandım ve bir süre sonra da bunu başardım. unutmuştum seni!

bilincimin imkan verdiği bütün yolları denedim seni hatırlamamak için, ta ki seni rüyamda görünceye dek. parkın birinde bir bankta oturuyordum, sonra birden sen çıkıp gülümseyerek bana doğru ilerledin. yanıma oturdun... hiçbir şey olmamış gibi; "-hala eskisi gibi miyim?" dedin.

hala eskisi gibiydin... teninin gün ışığına değdiği yerde cennetin nüks ettiği, bundan başka hiçbir benzetmeyle ifade edemeyeceğim bir güzellikteydin. ama cevap veremedim, sustum, neden ben de bilmiyorum, belki konuşurdum; ama seni öyle çok andım ki ben yokluğunda, nasıl bir bitmişlik bırakmışsın ki bana, söyleyecek hiçbir şey bulamadım, kalakaldım.

ve derken uyandım. göğsüm sıkışıyordu. sığmıyordum içime. yangın çıkmış bir ev düşün, tam ortasındasın, sığınacak hiçbir şey yok.

kalkıp bir sigara içtim, geçmedi.
elimi yüzümü soğuk suyla yıkadım, geçmedi.
çıkıp iki sokak dolaştım, geçmedi.
küfürler savurdum, geçmedi.
geri geldim, oturdum, ağladım, geçmedi.
elim telefona gitti, numaran değişmişti. geçmedi,
ben kendimden geçtim, sen benden geçmedin.
geçmedi...

bir kağıt bir kalem alıp, oturdum ve sana bunları yazmaya karar verdim. en azından içimi dökerim belki geçer diye. kim bilir
belki okursun... merak etme iyiyim ben. yine toparlanır, yine unuturum seni. olur böyle aksaklıklar, bazen insanın kalbi ağır basar. ilk fırsatta unutacağım seni yine, söz. hem şunu da bil;

senden sonra da sevdim ben...
ama ne yalan söyleyeyim;
hepsi yetim bir çocuğun üveyi,
gerçeğinin yerine koymaya çalışması gibiydi.

anlıyor musun?

Bayram Karakeçili

7 Ekim 2012 Pazar

Kimdin, ne istiyordun. Neden bütün üzüntülerim, bütün mutluluklarım sana çıkıyordu. Üşüyordum, sonbahar'dın..Donuyordum, kıştın. Söyler misin, kim açıklayabilir bana evrendeki boşluğu, sokaklardaki insan kalabalığını. Yaz sıcağının tenimde evrimleşmesi, otobüs koltuklarının soğukluğunu. Dün gece az daha ölüyordum biliyor musun, onu unutursam dedim, onu bir defa olsun unutursam ben neden yaşarım,nasıl yaşarım. "Artık yoksun" lu cümle girişleri ve boşalan market rafları. Hepsi benim hüznüm, hepsi benim cinayetim. Bu kadar mı gereksiz yaşar dedim insan.. Bu kadar mı ucu ucuna, olsan yaşamımdın, yoksun ölümüm. Kelimelerin incitmek istemem, seni,ve aşk'ı incitmek istemem. Ya ben sana yakışmadım, ya da güzel durmadım yanında. Müsait bir zeminde..ki tenin hemzemin bir geçit ömür yolumda.. Bir kazadır, oldu diyip geçelim, bariyerdi gözlerin, çok seviyordum yüzseksenle girdim, af dilerim..
Kimdin, ne istiyordun,
bilmiyorum..Gereksiz bir üzerine alınma durumu yaşadık sanırım, verdiğim rahatsızlıktan dolayı özür dilerim..
Ah be gülüm sen aşk arıyorum demişsin ama maşallah her yöne 15.000 dakika gibisin. Aramadığın numara kalmamış.:D

5 Ekim 2012 Cuma

Aşkım.

Aslında sana sövmek istiyorum. sanırım bunu yapacağım. Ama yine de, söyleyeceklerime karşılık vermeni istemiyorum. Kuşaklar arası bir çatışma ya da psikolojik bir savaş çıkmasın aramızda. Adın gibi biliyorsun ki, aklım hala sendeyken, hangi psikolojinin, hangi savaşı olabilirim? Türkçe'yi ilk defa böyle içten kullanarak, aşkım diyorum. O son konuşmamızda da aşkım demiştim aslında, ama arkandan ve sessizceydi. Fakat sen, git dedin.. Koşarak uzaklaşıyordun ve belki sevgilim demiştin de, ben git anlamıştım.. İşte uzun zamandır böyle teselli ediyorum ve dindiriyorum iç sesimi. Sabah ezanını duyar gibiyim şuan. Biliyorum ki sen bu saatte uyuyorsun. Beraberken, bu saate kadar hep uyuyakalmış olurdun. Belki de sıkılıp, uyumuş taklidi yapardın. Ama ben uyuduğuna inanmak istiyorum.. Uyuduğun ve tekrar uyanacağın, tekrar sarılacağın.. Gözümü açtığım her karanlıkta, karşıma gölgen çıkıyor,

Merhaba aşkım.

Gölgen karşıma çıkıyor ve dudağından öpmeye başlıyorum. Gölgelere sarılma ihtimali yoktur hiçbir insan evladının, yoksa onu da yaparım biliyorsun. Bu gölge, belki de sensizliğin, sessizliğin hatta piçliğimin gölgesi olabilir. Herneyse.. Sol omzumdaki kötü bir meleğe ait bu düşünce, böyle olamaz, olmamalı. Farklı açılardan gölgene bakıyorum. Ellerimi sağa sola oynatıyorum ve bana sarılmış gibi oluyorsun. Sonra sarıp, seviştiriyorum ellerimi bedenimle. Bir görsen, aynı sen. Gülümsüyorsun,

Merhaba aşkım.

Telefon konuşmalarımız ve birbirimizi nasıl sevdiğimiz aklıma geliyor. Aslında emin olduğum tek şey, benim seni sevdiğim. Sana inanmak gibi bir şansım, elbette yok. Sevmeni de bekleyemem üstelik. Ya da öyle olduğunu sanamam. Bu çok saçma olur. Seni kaybetmiş olduğuma inandırmam gerekiyor artık kendimi. Ve seslenmek kendime; “seni kaybederken, kendimi kazanmış da olabilirim..” Deli gibi inanıyorum bu yalana ve resmini son kez çıkarıyorum albümden,

Merhaba aşkım.

Biraz realist olsun istiyorum yazdıklarım. Aklıma geliyor sonra, diyorum ki; “resimlerine bakarak, ne çok akıtan vardır şuan.” Sonra akan herşeyin, gözyaşı olmasını diliyorum Tanrıdan. Hatta önünde eğilip, yalvarıyorum ölmen için. Daha fazla günaha girmeden veya daha fazla insan sana girmeden, ölmen.. Çünkü öyle olursa, bir yerlerde mutlaka, köşeyi dönerken çarpışacağız ve birbirimizi tanıyor olacağız. Sonra aynı anda aynı dillerde, hatta dil dile haykıracağız,

Merhaba aşkım.

O insanlar mı senin koluna girdi, sen mi onların bilmiyorum ama hepinize kolum girsin. Demiyorum tabi ki. Diyemiyorum.. Kızıp adımı dahi unutabilirsin çünkü. Aslında bunları yazarken bir bilmece içinde hissediyorum kendimi. Belki aptalca olacak ama, dönmeni bekleyeceğim bu yazılanlar sayesinde. Ne aptalca dediğini duyuyorum.. Bazen tekrar dönersen vereceğim cevap aklıma geliyor. Tahmin ettiğin gibi; çelişkidir bu. İyi bilirsin üst üste binme olaylarını. İşte tam da anladığın gibi, üst üste binecek iki ayrı ses. Birisi siktir git ulan orospu çocuğu diyecek, diğeri,

Merhaba aşkım.

Sana duyduğum şeylerin aşk mı, hayranlık mı olduğunu kavramam çok uzun sürmüştü. Sonucunu hala bulmuş değilim ama şuan sana karşı yoğun duygular içerisindeyim. bitch, prostituierte, salope, bastardo.... Dört farklı dil, dört farklı kelime.. Anlamaya çalışmana gerek yok. Kısacası terkettiğin gece ardından ettiğim küfürler bunlar. Ağır ama, yağmurlu günlerde üzerimize su sıçratan arabalar, durakta insanları es geçen dolmuşlar, havanın kötü olması gibi ufak olaylara kızarken ettiğimiz küfürler kadar, haklı ve masumca. Alınmana gerek yok, ben hala seni seviyorum. Aynı zamanda artık daha olgun düşünebiliyorum. Büyüdüm işte seninle.
Bütün bunlar doğrultusunda, şunun farkına varıyorum;

Biz iki ayrı denizdik, birbirimize hiç karışamadık.

4 Ekim 2012 Perşembe

Biraz sert olucak ama şimdiden özür dilerim....

"yorulduk ikinci defa aşık olmaktan ve gidip
merhaba demeye birine,
sıkıldık aynı konuşmalar içinde aynı şeyi
duymaktan,
seni seviyorum artık heyecanlandırmı yor
kimseyi ve öpüşmeler çok tanıdık,
bütün ayrılıklar aynı bok,
bütün insanlar hala aynı göt,
şimdi tesadüfen çarpışsak göz göze
tesadüflerin amına koyar,
önüne baksana lan diyerek devam ederiz
yolumuza"
incindim, kırıldım gibi basit avuntulara
sığınma,
kırılmadı ki yüreğin,
topraktı o da, hayal kuraklığından çatladı....
neyse,
dünya dönüyor,
ama bu son turu gibi...
son turunda dünyanın
iftira atarcasına itiraf et ve
itiraf edemiyorsan iftira atacağın anlamını
yok sayarak..
aklına gelir miydi hiç,
hayatımın özeti olacağın?

Kemal Yazgan

3 Ekim 2012 Çarşamba

muhteşem bir kaybetmek. kusursuz adeta. amy'nin sol kol toplar damarına batıp çıkan şırınganın, ucunda kalan uyuşturucudan bile daha muhteşem, daha haz verici... tebrikler, tarihin bütün büyük zaferlerine parmak atacak bu galibiyeti, tıpkı roma'nın o gladyatör müsabakalarını izleyen merhametsiz kalabalığın ruhuyla alkışlıyorum seni... kendimi yerine koyuyorum, bu dandik bir mahalle takımında oynayan bir futbolcunun real madrid'e 10 gol atması gibi bir şey, bu onun tasvir edil
emez mutluluğu, bu imkansızlığın başarısı, bu ilk saniyede nakavt, bu başarılı darbe girişimi, bu izah edilemez bir şey...

ancak bu kadar olurdu, ancak bu kadar olmaman. kazanıp da ortalıkta hiç olan tek ordusun, geride yakıp yıktıkların, geride tahrip ettiklerin, geride yaralar, geride ölmüşler... bırakıp gittin! kendilinle gurur duy...

muhteşem bir kaybetmek bu!


kafka'nin milena'ya yazdığı umutsuz mektuplardan biriymişim gibi hissediyorum kendimi, sylvia plath'ın intihar etmeden önce çocukları için fırına pişmesi için koyduğu kahvaltı çörekleri gibi, nilgün marmara'nın atladığı bina gibi, teoman'nın paramparça parçasının ilk canlı örneği gibi, bok gibi, bombok gibi...

harika bir kaybediş bu!

ağzımda biriken küfürlerin hepsini yutkunuyorum. iç organlarım çatışmanın ortasında kalan bir afgan köyü gibi ürpertili, orada; bir çocuğun, yanı başında duran, tam akciğerinin sol lobunu delip geçen bir ak-47 kurşunuyla bütün söyleyecekleri kursağında bırakılan bir anne cesedi kadar suskunum. ağzımı bıçak açmıyor. hiçbir şey demeden öylece düşünüyorum; muhteşem bir yalnızlık bıraktın! kutluyorum.

kusursuz bir terk ediş, muhteşem bir duygu suikasti, zahmetsiz bir katliam... tek atışla hedefi yerle bir etmek bu... bu işini gördükten sonra kalkıp soğukkanlılıkla orospuya müşterisinin şunu demesi; "bitti"..

"hakkını helal et" diyeceğim ama,
senin buna bile hakkın yok...

-umarım üzülürsün bunun için-
nasıl başladığı önemli değil. aslında çoğumuz aynı filmi farklı senaryolarla oynadık. birileri yabancıyken, gelip her şeyimiz oldu. onları mutlu etmek için elimizden geleni ardımıza koymadık, yüreğimizi ortaya koyduk ve hayaller inşa ettik onlar üzerine. çok sevdik, çok sevdiğimiz kadar hiç sevilmedik. bir noktadan sonra acı çekmeye de alıştırıldık, hatta bu durum hoşumuza bile gitmeye başladı, çünkü seviyorduk. sevmek katlanmaktı, başka çaremiz de yoktu. hep iyi olacak diye
bekledik, içimizdeki umut asla bitmedi. "ya severse sonradan.." diye çaresizce avunup durduk, sonra gittiler, ilk başa döndük; birileri her şeyimizken, yabancı oldu. nasıl bittiği de önemli değil, hepimiz aynı finali farklı biçimlerde, ama aynı kalp kırıklığıyla yaşadık.

ve bütün bunlar bize tek bir şey öğretti;
ip inceldiği yerden,
insan incindiği yerden kopar...
Seni sevdiğimi göreceksin sevmediğim zaman,
çünkü iki yüzüyle karşına çıkar hayat.
Bir sözcük sessizliğin kanadı olur bakarsın,
ateş de pay alır kendine soğuktan.
"Ey Sevgili!
Bir geceliğine değiş tokuş etseydik yüreğimizi,
Taşıyabilir miydin acaba bendeki seni"

*Şems-i Tebrizi
şimdi
elini müzik çalarına götür,
listedeki en hüzünlü şarkıyı benim için çal,
ve benim için yak bir sigara,
beni düşün...


düşün,
ki bir anda çıkıverişimi karşına,
yüzümdeki o şaşkın, o aptal ifadeyi
gözlerimin içindeki parıltıyı
ve sesimdeki titremeyi, düşün!

nasıl başladık bu serüvene,
ilk numaranı alışımı,
ve sonrasında her sabah attığım "günaydın" mesajlarını,
buna bir süre sonra ikimizin de alıştığını,
olmayınca sanki koca bir eksiklik yaşandığını...

kavgalarımızı,
sohbetlerimizi,
en saçma konularda bile didişip durmamazı...

düşün...

kırgınken bile,
sen "canım" der demez,
sanki hiçbir şey olmamış gibi,
sana "ömrüm" deyişimi
ve bununla birlikte
dünyanın bütün olumsuzluklarından sıyrılışımı..

düşündüklerin arasında
"beni hiçbir zaman sevmediğin" de olsun mutlaka,
sadece seviyormuş gibi yapışını,
her an gitmeye hazır oluşunu,
sana "seni seviyorum" derken ki susuşunu,
bunların hepsini düşün.

hatırlarsan
bir gül alıp gelmiştim sana en son
ellerini tutup
"benimle kal n'olursun" diye defalarca yakarmıştım,
bunu da düşün,
ellerini çekip
"ben hiçbir şey hissetmiyorum" deyişini,
bütün hayallerimin içine edişini,
gidişini..


düşün sevgilim, iyi düşün.
tüm bunlar hala gelmene yetmiyorsa,
birazcık olsun, yetemiyorsa!
için sızlamıyor, miden bulanmıyor
gururunun a... koyup, gelemiyorsan.
siktir et aşkı, kim ölmüş yalnızlıktan.
şimdi
kapat müziği,
söndür izmariti,
hiçbir şey olmamış gibi devam et,
beni bir daha düşünme sen..

umarım,
kendine, kendin gibi birini bulursun
başka da yok sözüm.
"dön ulan dünya, beni kusana kadar... "

unuttum ya da unuturum diye kendimi aptalca teselli etmiyorum,
unutmadım fakat,

seni,
ananı sikeyim..

eğer benim gibi,
bir beklentinin içindeysen
üzerinde emanet gibi duran aşklar bulandırdıysa eğer mideni,
ve sende barındırıyorsan içinde bunlardan
sahiplendiğin birini andırıyorsa ayağa düşmüş kadınlar, bul
döndürüyorsa başını iki kadeh rakı hala,
zihninde bir kadını yatağa atmak fikrinden başka bir şey bulunmayan adamlar,
yürüdüyse yüreğinde, koynun ile kalbin arasında varsa bir kapı,
açmadıysa kimse,
çalmaya cesaretleri yok de!
benim suçum değildi diyerek kandır,
bir cesedi yıka yağmur sularını göz yaşıyla karıştırarak,
öp,
insan olarak öldüğünü hatırlatırcasına..

buna bir sessizlik bul ve orada kendine söyle,

"yorulduk ikinci defa aşık olmaktan ve gidip merhaba demeye birine,
sıkıldık aynı konuşmalar içinde aynı şeyi duymaktan,
seni seviyorum artık heyecanlandırmıyor kimseyi ve öpüşmeler çok tanıdık,
bütün ayrılıklar aynı bok,
bütün insanlar hala aynı göt,
şimdi tesadüfen çarpışsak göz göze
tesadüflerin amına koyar,
önüne baksana lan diyerek devam ederiz yolumuza"

incindim, kırıldım gibi basit avuntulara sığınma,
kırılmadı ki yüreğin,
topraktı o da, hayal kuraklığından çatladı....

neyse,
dünya dönüyor,
ama bu son turu gibi...

son turunda dünyanın
iftira atarcasına itiraf et ve
itiraf edemiyorsan iftira atacağın anlamını yok sayarak..

aklına gelir miydi hiç,
hayatımın özeti olacağın?

2 Ekim 2012 Salı

şehri koynuma alıp kaldrımlarıyla sevişiyorum.üzerinden geçtiğin sokakları yalıyorum:seni terkediş biçmim bu!
utanmıyorum hiç!
Kim girerse girsin hayatına, sen artık hep eksik kalacaksın..Çoğun ben de senin, elinin sıcaklığını aldım, sarılışındaki sıkma payını, kokunu aldım, nefesini aldım sen uyurken, onunla yüzümü ısıttım. Ben senden sabah uyanışlarını aldım, günaydın mesajlarını ve o savaş nedeni iyi geceler öpücüklerini..Sen şimdi kime tam kalabilirsin ki, anlamıyorsun değil mi ben senin göz yaşlarını aldım, artık hiç kimse için adam gibi ağlayamayacaksın. Kimse için benim kadar üzülemeyeceksin. Çoğun bende senin..Ne yaptım biliyor musun, senden geriye yeni bir sen edecek kadar bile sen bırakmadım. O yüzden sen artık hep eksik kalacaksın. Kalbi dışarıda unutulmuş bir vücutsun artık.Nefes alman mühim değil, asla tamamlanamayacaksın..