25 Kasım 2012 Pazar

Seni bekleyişimin adı yok
Kurulmamış köprülerden geçmeye çalışan benliğimin de
Şiirlerim şahit olsun ki
İki satır arasına sığmıyor yalnızlığım.
Ne nokta anlatabiliyor kararsızlığımı.

Ne de virgül koyabiliyorum yılların ardına
Yenik düştü keşkelerim, oynadığım oyunlara
Yine de teslim olmadım.
Ama sen, namluda hüzün
Beni tam on ikiden vurdun
Seni bekleyişimin adı yok
Gelmeyişinin de...!

22 Kasım 2012 Perşembe

HER ZAMAN SENİ ÜZECEK BİRİLERİ OLACAKTIR!

Yaşlı ve çirkin bir tüccar; karşılığını parayla ödeyeceği zevk gecesi için olağanüstü güzel, ama taş kalpli bir fahişeye gitmiş…
Sabaha karşı, yaşlı adamın uykuya dalmasını fırsat bilen genç kadın, soyguncu dostlarını çağırmış.
Ne var ki tüccar, tilki uykusundan fırladığı gibi olanca gücüyle karşı
koymaya, dövüşmeye başlamış.
Haydutlar hem kalabalık, hem de işinin ehliymiş.
Onu kolayca köşeye sıkıştırmışlar.
Ancak ne kadar vururlarsa, bu zayıf ve çirkin bedende yara açılmadığını, can alıcı darbelerin hiç iz bırakmadığını görmüşler…
Bıçaklarını, kılıçlarını çekmişler…
Ancak en keskin bıçak, en acımasız kılıç bile tüccara hiç bir şey yapamıyormuş….
Sonunda korkup kaçmışlar….
Dövüşü izleyen kadın, yaşlı adamın mucizevi gücünden etkilenmiş, bir kez daha -ama bu kez aşk adına- tüccarla sevişmek istemiş.
Onu hayranlıkla, arzuyla, şefkatle okşamaya başlamış…
Gelgelelim güzel kadının her dokunuşunda tüccarın bedeninde yeni bir yara beliriyormuş.
Dövüşün, darbelerin, bıçakların, kılıçların açtığı yaralarmış bunlar…
İçten bir ilgi ve şefkat görene dek gizli kalmışlar.
Sonunda tüccar kanlar içinde kadının kollarına yığılmış, ölmüş….
***
Tam bu türden hayatlar yaşamıyor muyuz ?
Aşktan bunca korkmamız bu yüzden değil mi ?
Kimsenin kollarında yığılıp can vermek istemiyoruz.
Çünkü zaten, her yanımız “kılıç yaralarıyla” dolu.
Ama bir şekilde kapanmış, kabuk bağlanmış yaralar onlar….
Nasıl yapmışsak yapmışız üstesinden gelmişiz…
Ama biri, kabuk tutmuş yaraları okşamaya başladığında, cırt diye açılıveriyor ve oluk oluk kanama başlıyor yeniden….
Birine teslim olduğumuzda, anlatmaya başladığımızda, içimizi döktüğümüzde bedenimiz ve ruhumuz kan içinde kalıveriyor….
***
O yüzden değil mi içimizi tutmamız?
Birisine teslim olmaktan korkmamız?
Ortalıkta tedirgin ve gergin dolanmamız?
“Anlatsam mı, anlatmasam mı?” kararsızlığımız
“Bu sevgi beni acıtır mı?” kuşkularımız….
***
Her zaman seni üzecek birileri olacaktır.
Yapman gereken insanlara güvenmeye devam etmek, kime iki defa güveneceğini iyi seçmek….
Gabriel Garcia Marquez
Allah'ın emrine karşı gelmemek pahasına alnımdaki adını ağzımdan düşürmedim ben. Sana içtim, sana ağladım, sana yaralandım, sana gocundum.. Her gün baştan yazdım, baştan sildim, baştan yaşadım, baştan vazgeçtim.. Allah'ın emrine karşı gelmemek pahasına doğduğum şehrin en kritik halini gözardı ettim ben. Senin için öldüm, senin için dirildim, senin için kalktım, senin için zararla oturdum.. Yeniden uyandım, yeniden günaydınlar ayırdım, yeniden iyi geceler, yeniden yaşanamamışlıklar biriktirdim.. Allah'ın emrine karşı gelmemek pahasına annemi karıştırmadım bu işe ben. Bizim için sus dedim, bizim için hayırlısını iste dedim, bizim için dua et, kabul olalım dedim.. Çoğu kere titreyen sesimi duyarsında üzülürsün diye seni cevapsız bıraktım, çoğu kere yorganı başıma çektim, dünya ile ilişkmi kestim, çoğu kere toplumu dışladım, seni istedim.. Allah'ın emrine karşı gelmemek pahasına yokluğunu bir türlü alıştıramadığım ellerime 'gelecek' masalı anlattım ben. Sırf Allah'ın emrine karşı gelmemek pahasına sevdim seni ben. Şimdi senden tek isteğim, aynada alnına bak, elini kalbine götür, beni göreceksin.

18 Kasım 2012 Pazar

Çünkü ben seni köpek gibi sevdim. Çok içerden sevdim. Nimetten saydım seni, öpüp başıma koydum şehrimden ayrıksılığını. Olur dedim, olmasa da olur.. Cennetin müjdesi sandım ellerini. Çok sevmekten gelen bir hadsizlik ile tutmak istedim, tutuşmak. Çünkü ben seni köpek gibi sevdim. Yürüdüğün yollardan yapılmasını vasiyetledim mezarımın. Baktığın her yere kurban olmak istedim. Göremediğin her şeyi çöp poşetine tıkıp kapı önüne koymayı istedim, o kadar beceremedim ki nefesimi elime vermeyi. Ezberim, göremediğinim.. Aradığımsın, bulamadığım.. Ekmeksin, açım.. Çaysın, soğuğum ve annemsin, muhtaç.. Beni anla, beni sev, bana uğrak ver. Yaşamam için çok geçerli sebepsin, gel.

7 Kasım 2012 Çarşamba

ömrüm, hep bir ayrılık rengi
camı kırık bir pencere farzındayım,
duruyor alnımın limanında gel-gitler
ve kalbimin atmosferi, parçalı unutlu
ha ıslandı ıslanacak gibi tedarikli, gözlerimin

coğrafyana hasret, kasvet bulutu.

yolları adımlarla doldurmak, artık neye yarar
geride
bir durak payı bile dönüş bırakmamışsan yar,
neye yarar, çiçeklenmişse
yokluğunun tabiatında
bize vaadedilen, geç kalınmış bahar.

ömrüm, hep bir yalnızlık şarkısı
soğumuş bir çay bardağı kıvamındayım,
vuruyor ayrılık dudaklarımın kıyısına
ve ses tellerimin repertuvarı, her kelamda detone
ha sustu susacak gibi endişeli çalıyor, kalbimin
orkestrası, her yeni günde.

aklımın mazisinden
gün yüzüne çıkarılan fotoğraflar, artık neye yarar
geride
bir merhabalık umut bırakmamışsan yar,
neye yarar, sensizliği devreden
sabahlar ve akşamlar.

ömrüm, hep bir hoşçakal ülkesi
gerçeğe bir ütopya uzaklığındayım,
taarruz ediyor ümitsizlik yüreğimin sınırlarına
ha düştü düşecek gibi duruyor, son karakol.

yeni sevgili, demem o ki
köprücük kemiğinden geçer, mutluluğa giden yol
sensiz hayatın en düz yanları bile, ayaklarıma şarampol...